Su ve Tuz

Su, uzun zamandır artık H2O olarak,tuz da NaCl olarak tanımlanmamaktadır.

Gerçekten bu ikisinin arkasında daha fazla şeyler vardır.

Ve  Şimdi SU –

Bedenimiz önemli oranda su ve tuzdan oluşmaktadır. Konunun sadece su ve tuz ile ilgili olarak kalmayıp, bilgi ve şuurla da ilgili olduğunu anlayacaksınız. Bütün düşünceleriniz ve bunların kaynağı, su ve tuzla bağlıdır. Burada daha sağlıklı olmak için değil, daha şuurlu olmak için belirli bir miktarda su içmeniz veya tuz yemeniz söz konusudur, çünkü şuurlu olursanız, otomatik olarak daha sağlıklı olursunuz.
SU-kimyacıların severek tanımladıkları gibi sadece H2O değildir. Nasıl Dünya gezegeni Kuzey ve Güney kutuba sahip ise bir su molekülü de çift kutuba sahiptir.

Bu şekilde her su molekülünün de elektromanyetik kuşakla çevrelenmiş bir eksi ve bir artı kutubu vardır. Dünya gezegeninde, yaklaşık %70 su vardır, yetişkin bir bedende de %70 su vardır. Her bir hücrede de %70 su bulunmaktadır. Astronotların uzaydan çektikleri Dünya fotoğrafları ile mikroskopla çekilen hücre fotoğrafları arasında benzerlik olması çok ilginçtir.

Su iki kutuplu olduğundan belirli yerçekimi ve kaldırma kuvvetlerine tabidir. Suda gravitasyon, yerçekimi gücü vardır – su yukarıdan aşağıya doğru akar. Fakat bilim insanları dışında çok az kişi suyun tekrar aşağıdan yukarıya doğru aktığını ve hatta saf ışık olarak aktığını bilir. Sadece saf H2O içinde bir milyar biofotondan -ışık kuantları, saf ışık enerjisi vardır. Prof.Popp’un getirdiği ispat şöyledir: maddenin tüm formları donmuş ışık veya yavaşlamış enerjiden başka bir şey değildir. Suyun her bir molekülü Tetraeder yani kristal yapıdadır. Christ/krist: ‘Şuur’ demektir. “Christos” kelimesi-tam şuurluluk anlamına gelmektedir.Bu geometrik yapı bilgi taşıyıcıdır.

Su hakkında düşünmeliyiz. Beyin suyunuz çok yüksek derecede kristalden oluşmaktadır; saf küçük kristaller.Suyun, belirli bilgileri iletebilen birbiri ile bağlantılı, geometrik bir yapısı vardır. Bu yapı sürekli olarak değişir.

Düşüncelerimiz nereden geliyor?Kimyasalların suyu etkilediğini biliyor musunuz, örneğin klor, flüor? Bu iki kimyasal düşünce yapınızı değiştirir, sizi isteksiz yapar. İsteksiz insanlar, isteksiz halk – bu duruma insanları suyla getirebilirsiniz.

Peki biz ne soluyoruz?
Tabii ki sadece oksijen değil. Tam olarak baktığımızda biz suyun en süptil formunu soluyoruz. Yani sürekli olarak bilgiyi soluyoruz.

Her su molekülü diğerinden farklıdır, her su molekülünün kendi kimliği vardır, aynı sizler gibi. Hiç bir zaman birbiriyle tıpatıp aynı olan iki su damlası var olmaz.

Hastalığı bir kaos olarak tanımlayabiliriz ve su, bu kaosu düzeltebilir. Sizin için her şeyden önemlisi, hücre suyunuzun her alanındaki kristal yapının tekrar yapılanmasıdır. Su, mükemmel bir çözelti maddesidir ve her şeyi kendine bağlayabilecek durumdadır. Bu nedenle su içmek çok önemlidir.

Vücudunuz çok iyi bir şekilde kendi kendisini iyileştirebilir. Biofiziksel olarak da kanıtlandığı gibi, su oldukça yüksek kristal bir yapıya sahip olduğu için vücudumuzdaki bir çok hastalığı iyileştirebilir. Burada unutulmaması gereken nokta şudur: suyun miktarı kadar kalitesi de tabii ki önemlidir. Su canlı olmalıdır-ışık yapısını kaybetmeden size ulaşabilmelidir. Günümüzde ise bu çok zordur.

Artık bildiğiniz gibi su, uzun boru sistemlerinden geçtiğinde canlılığını kaybediyor. Bunun sebebi de borunun kötü olmasından dolayı değildir. Sebep “Basınç”tır. Suda, çift helix şeklinde spiral hareket mevcuttur. Bu spiral hareket, sudaki kristalin oluşmasını sağlar. Suyun spiral hareketine zarar verildiğinde, kristal yapısı bozulur ve kristal şekil olmayan yerde geometri  de olmaz ve böylece bilgi de oluşmaz. Sonuç olarak da  canlılık yok olur. Bunun üzerine bir de  kimyasalları (klor, flüor vs.) ekledik mi, su kristal yapısında kaos yaratmış oluyoruz- yani hastalık.

En iyi içeceğiniz su, doğal, temiz kaynak suları, artezyan suları, agratopejik artezyan kaynakları… Agrotopejler, yeraltından kendi güçleriyle yukarı çıkan, yer altı artezyan sularıdır, çünkü suyun da kendine has bir olgunluk derecesi vardır. Su, yağmur olarak yere indiğinde solar (güneş) frekansını taşıyordur, ama geometrik frekansına ulaşabilmesi için yerin çok altına inmesi gerekiyor, “toprağın kanı” haline gelmesi gerekiyor. Olgunlaşan su – “toprağın kanı” haline geldikten sonra çok derinlerden yukarı doğru kendi başına girdap şeklinde çıkacak güce sahip oluyor.

Amacım kafanızı karıştırmak değil; su konusunda doğruları bilmenizi sağlamak. Diyebilirsiniz ki – ya şimdi ben nereden bu doğal, olgunlaşmış suları bulabilirim? Haklısınız.

Bunu çok az kişi bulur.
Bizim için en uygun olan, taze sıkılmış meyve suyudur. Taze meyve suyunun yapısı çok uygundur , çünkü canlıdır.

Suyu canlandırmak için cihazlar da mevcuttur ama çok pahalıdır. Bunun yerine bir avuç kuvars kristalini temiz suya koyarak cam kavanozun içinde bekletirseniz, kuvars kristalinin yapısından dolayı su canlanır. Bunun için herhangi bir  kristali kullanabilirsiniz-pembe kuvars,ametist vs. Ertesi gün suyun tadı değişmiş olacaktır -canlı su kullanmış olacaksınız.

Köklerimize geri dönmeliyiz, yaşamlarımızın amacını görmeliyiz ve bunu da doğal canlı su ile başarabiliriz.
Su hakkında düşünmeliyiz!

Şimdi TUZ -^^ beyaz altından- beyaz zehre^^.

Mutfağınızda bulunduğunuz tuz, tuz değil, sadece NaCl. Bildiğimiz tuzun ögesi ne kadar çok NaCl olsa da aslında doğal tuz kimyasal olarak çok daha fazla elementten oluşuyor. Bunlardan bilinen yaklaşık 84 element, ve NaCl bunun sadece iki tanesini oluşturuyor. Doğa,aslında doğal olan her şeyde tamamın olmasını sağlıyor. Buna bakarsak, insan bedeni de sadece  su ve tuzdan oluşuyor., ve bu tuz da aynı doğadaki tuz gibi bu 84 elementten oluşmakta. Ve önemli olan elementin kendisi değil, onun içerdiği enerji enformasyonu (bilgi),dalga boyutu veya frekans deseni.

Doğal tuzda fizik bedenimizde de bulunması gereken tüm elementler mevcut. Vücudumuzda herhanki bir element eksik olduğunda da bunun tuzda mevcut olduğunu biliriz. Bu %100
rezonans (titreşim) demektir.

Tuz kelimesi Latinceden ‘salare’den gelmekte,bu da İngilizce salari olarak mevcut.Sal kelimesi aslında ‘sol’ kelimesi ,eski türk dilinden gelişyor.Yaratılışta soldan ortaya çıkan ve Tanrıdan gelen güce atalarımız ‘solug’ demişler.

Yene aynı zamanda Latincede ve italyancada Sol Güneş demektir.Böylece ‘sole ‘sıvı güneş işığı,biyofotonlar,işık kuvantları,atomlarıdır.Bir çok insanda,bedenlerinde sodyum klor fazlasına rağmen,tuz eksikliği olduğunda,aslında damarlarında ışık olmadığı anlaşılmalıdır.,bedenlerinde bütünselliği kaybetmişlerdir.Dünyadaki tuzlar nereden geliyor? Milyonlarca yıllar önce,250 milyon yıla kadar mevcut ana deniz güneşin de etkisiyle kurumuştur. Kuruma esnasında 84 elementin elektromagnetik güçleri tuzun kristal kafesleri arasına bağlanmıştır. Meraklı olan da,ana denizin içindeki tuz yoğunluğu aynı bizim fizik bedenlerimizde olduğu gibi oluşu,bu da %0,97. Ve yine meraklı olan,tuzun içerdiği elementlerin aynıları bedenimizde de mevcut. Aynı güneş ışığında olduğu gibi,kristalin ‘sole’ karışımı belli bir ışınım oranına maruz bırakınca,bir kaç hafta içinde ‘hiç yoktan’ aslında, ‘her şeyden’ amino asıtlerin oluşmaya başladığını görürüz. Canlılığı oluşturan albümin yapıtaşları,yani organik yaşam oluşmaya başlıyor. Neden? Solenin içinde ‘hiç bir şey’ değilde ‘her şey’ olduğu için!.

1897 yılında, bay SchuBler (SchuBler tuzların kurucusu) insan bedeni yakıldığında geriye kalanın tuz olduğunu tespit etmiştir.  Modern bir çöp yakma tesisine gittiğinizde depoların  beyaz tuz artıklarıyla dolu olduğunu görürsünüz..

Tuz kristallerin temelinde küp şekli var, 5 platonık şekillerden biri. Bu küpün içinde,kristal kafesin içinde  bütün frekans desenleri mevcut.Bedeninizde tuz olmasaydı hiç bir düşünceyi düşünemezdiniz. Eskiden yemeklere tuz, yemeklerin tuzlanması için değil,düşünme yetisine sahip olabilmek için konulurdu. Yeni doğan bebekleri tuzlarlardı,belli bir titreşimim aktarmak için kullanılıyor. Eskiden tuz hakları, tuz savaşları, tuz yolları terimler mevcuttu. Tuzun atom yapısı moleküler değil,elektriksel olarak görünüyor. Tuzu suya koyduğunuzda ve çözüldüğünde ,sole ,yani 3cü boyut ortaya çıkıyor, ve böylece iletkenlik meydana geliyor.Bu suyu buharlaştırdığınızda tekrar tuzu elde ediyoruz. Bu karşılıklı tesirden dolayı tuzun nötr hali var, böylece bedende tuz ile her şeyi dengeliyebiliriz;bedenin içinde,dışında,tüm titreşim oranları tamamen nötrelize eder.

Eski geleneklerde,yeni evlerin dört köşesini de tuzlarlardı,bunu kötü ruhları kovmak veya uzak tutmak için diye açıklarlardı,o zamanın kötü ruhları bu günün negatif enerjileridir. Artık bu gün sadece tuzun krıstal yapısından dolayı radyasyon durumlarını nötralize etmek mümkün olduğunu biiliyoruz. Örneğin,atom çöpü olan radiyasyon atıkları tuz depolarında saklanıyor. Bu da tuzun sırrı,bu sırda onun geometrik şeklinde saklı.Tuzun kristal şekli tirteşimi fizik bedeni olumlu etkilemektedir. Eski zamanlardan bugünümüze kadar gelen gelenek-örneğin,bir tuz ekmekle musafiri karşılamak,dostluğun simgesiidir.O kişiyle dost olunur.Masada tuzuzunuzu paylaştığınız kişiyle dost olunur, çünkü onla aynı frekansda titreşirsiniz.
Suya biraz tuz ilave ettiğinizde,okul zamanlarınızdan yaptığınız bu deneyi hatırlarsınız, deney lampanız yanar. Aynı şekilde sizin bedenizin içindeki lambalar da yanar,sizin de iletkenliğiniz yükselir. Bedende herhanki bir yerde gevşek kontaktınız oluştuğunda bir yerleriniz ağrımaya başlar ve bir sonra kronikleşir. Bu durumda eski iletkenliğinize kavuşabilmeniz için doğanın tuzuna ve suyuna ihtiyacınız var, rafine edilmiş tuza değil.

Bedenimizin tuz ihtiyacı günde 0,2 gr. Tuzun bedendeki fonksyonu, bedenimizin fiziksel anlamda bir arada tutulabilmesi, osmos işleminin çalışmasını sağlamasıdır. Aksi taktirde 100 litre su içersiniz,bedeninizde tuz olmayınca yine susuzluktan ölürsünüz, çünkü tuzun sayesinde aldığınız su hücrelerinizde bağlanabiliyor, hücreleriniz elektriğine kavuşuyor ve düşündüklerinizi uygulamaya imkan buluyorsunuz. Ve bedeninizdeki tuz oranı da sizin düşünme kapasteniz ve şuur derecenizle eşdeğerdir.

Size tavsiyemiz: kendinizi rafine edilmiş ürünlerden koruyunuz,tuz da dahil.Sonuçta, damarlarınızdaki tuz sayesinde bedeninizde ölçülebilir enerji, ölçülebilir elektrik oluşuyor.Örneğin, hastaneye ambulansla alınan bir hastaya tuz infüzyonu verilir, kana destek olmak için değil, elektrik devresini tamamlamak için. Devre kapanamadığı taktirde, işığınız söneçektir. Bunun içinde NaCl değil gerçek tuza ihtiyacınız var. Aynı çamaşır makinenizde kullandığınız Kalgon tuzu gibi,bedeninizde  moleküler bağlantıları
çözüp atmanız lazım.

Bedenimizde kan dolaşım sistemimiz olduğu gibi bir de kapalı tuz devir daima mevcut. Doğal tuz ile %26 sole ve bu karışımı 1 çay kaşığını bir su bardağı suyla içtiğinizde 6 dk içinde elektronık dengenizi düzeltmiş oluyorsunuz.İçtiğiniz tuz/su karışımından dolayı morfogenetik alanınız tamamen düzelir ve organşlarınız eski enerjisine kavuşur.’Sole’ile bir küre başladığınızda bedenizin bataryalarına sivı güneş işığı vermiş oluyorsunuz. Bu sole sayesinde bedeninizden atıkların çıkması sağlanacaktır.Bedeninizde bulunan yüzlerce mikrop,bakteri, mantar ve virüs çeşitlerini nötrelize edersiniz. Bu da doğal olarak sağlık demektir.

Bedeniniz asit/baz dengesini de tuz sağlıyor. Normal koşularda %70 baz ve %30 asit olmalı, fakat gidalarımız endüstriyelleşmesinden dolayı bu denge %80 asit- %20 baza doğru kaymış durumda. Bu da bir çok hastalıklara temel oluşturmakta. Bunlardan kurtulmak için sadece doğal tuza eytiyaç var. Örneğin,tuzlu suyun buharını solduktan 25 dk sonra balğamınızla birlikte belki 10 sene önce kullandığınız antibiotikler bile çıkar. Bu doğal tuzu yemeklerimizde de kullanmalıyız,çünkü bedenimizde ne kadar zararlı madde varsa,bu tuzun etkisiyle nötralize olacak ve zamanla atılabilecektir.Kısaca ,yazdıklarımdan, şunu anlamanızı istiyorum-biliçlilik, şuurluluk ve sağlık durumunuzun iyi olması için DOĞAL TUZ kullanın ve kaliteli yaşayın.